Son Dakika: Gelibolu’da Geleceğin Sağlığı Konuşuldu *** Çanakkale’de Zehir Tacirlerine Kaçacak Yer Yok! *** Gelibolu’nun Genç Şefleri Dünya Sahnesine Çıkıyor! *** Halk Sağlığını Koruma Çabaları Hız Kesmiyor *** Başkan Coşkun: “TOKİ Projeleri Kader Anlayışına Bırakılamaz” *** Trafik Kazası Can Aldı: Gelibolu Yasta *** WhatsApp Haber İhbar Hattı: 05437951277

Bana Ne, Sana Ne, Bize Ne Demek Varken Ben Demenin Manası Ne?

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Merhaba… Saygıdeğer okurlarım; her hal bizi ilgilendirirmiş gibi her şeyle alakadar olmak niye? Allah, biz insanlara ve kul olmak isteyenlere bazı görevler vermiştir; daha..

Bana Ne, Sana Ne, Bize Ne Demek Varken Ben Demenin Manası Ne?
Yayınlanma: 38 Okuma

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

Merhaba…

Saygıdeğer okurlarım; her hal bizi ilgilendirirmiş gibi her şeyle alakadar olmak niye? Allah, biz insanlara ve kul olmak isteyenlere bazı görevler vermiştir; daha doğrusu yüklemiştir. Bizler bu görevi yüklenebildiysek; etrafı bırakıp kendimizi unutup kendimizden geçmemiz, kendimizi “hiç” sayıp verilen görevi hayatımıza sokmamız ve onu yaşamamız lazım gelir. Bu şartlara göre devam etmeliyiz.

Farkındaysak söze gerek kalmazdı ama her kişi kul olamıyor, her kişi insan olamıyor. “Olamaz” da değil; olur, ne zaman ki verilen görevin neler olduğunu bildiği o “an”da başlar. Nasrettin Hoca’nın sözüyle başlayalım: “Hocam baklava sinisi gidiyor!” demişler. Hoca, “Bana ne?” demiş. “Hoca, sizin eve gidiyor!” demişler; “Sana ne?” demiş. İşte tam bu durumda halimiz cehalet. Bu durum sadece benim başımda mı? Hayır, her yerde her kişinin başında ama benim tanıdığım çok kişinin umurunda da değil.

Eskiden mahallede haberci teyzeler varmış; herkesi haberdar eder, bilgi verirmiş. Şimdi de “asosyalleştiren” kanalları izleyenlerin hepsi kendilerini bir haberci, daha doğrusu nefes almadan anlatan birer haber spikeri gibi görüyorlar. Hele hiç seyretmediysen yandın; kaç kişi seyrettiyse hepsi birden anlatıyor. Derdimi anlatabildim mi sizlere? Herkes biliyor; eskiden mahallede bir tane varmış, şimdi çok kişi var.

Allah bize yük yüklemişti, sordum kimse alakadar değil. Yük derken, görevler vermiştir ve iki seçenek sunmuştur. Nereyi seçersen oraya… Bu kadar insan kul olmayı seçmemiş olamaz; olmuş ne yazık ki. Çok üzgünüm, güncellemedikleri akıllarıyla yaşıyorlar. Aslında her an dönebilir; iyiye ve güzele yol alabilirler. Allah ile buluşup O’nun verdiği bilgilerle alakadar olup Allah ile olabilirler. Mis kokulu bahçeler, meyve dolu bağlar varken ne işin var diken dolu bozkırlarda canını yakmaya?

Alakaları seni geçmek; “ben bilirim” demek, gurur, öfke, şiddet, hakaret, kin ve arkadan konuşma… Vazgeçmiyorlar. Nefsin her istediğini öyle bir bir yapıyorlar ki! “Söyledim bitti, ne var?” diye savunma yapıp kendini yok sayıyor farkında olmadan. Hayretle bakıyorum; bu yazı ile aklınızı ve düşüncenizi bir edip bakın bakalım, ne kadar çok şeytanın “yap” dediklerini yapıyorsunuz. Bırakın bunlar şeytanın komplosu; kandırılıyorsunuz, vebaldir.

Tam burada Allah’ın bize yüklediği yükler gelsin aklımıza: İyilikle, yani yardım ile uğraşın. Boş vaktin var ise yine bir iyilik düşün. İşlerin neler, neler yapmalısın? Allah bize görev olarak buyurmuştur: “Bir şey yapmadan önce düşünün.” Ne yapıyorum, ne yapmalıyım? İki yol var: Ya birisi şeytan ile gidilen ya da birisi Allah ile gidilen… Hangisiyle varayım menzile? Çünkü hep yürüyoruz gündüz gece… Aşık Veysel’in dediği gibi; menzile ulaşmak için hiç durmak yok. Her “an”ın bizim için değerli olduğunu bilip ona göre davranmalıyız.

Saygıdeğer okurlarım, bizler yaşamakla hükümlüyüz. Kur’an-ı Kerim’i Allah; bizlere, kul olmak için yola çıkanlara yoldaş olsun diye lütfetmiştir. Her an yanımızda olması gerekir; tabii ki biz istersek eğer. Bu yol var; gece gündüz yürüyoruz, yaşıyoruz aynı zamanda. Aşık Veysel’in tarifiyle: “Dünyaya geldiğim anda, yürüdüm aynı zamanda / İki kapılı bir handa, gidiyorum gündüz gece.” Çok güzel bir benzetme ile anlatmış Koca Aşık Veysel. İşte böyle bir yükün; okuma ile aklı, akıl ile düşünceyi çarpma, fikir ile çıkarma, zihin ile tutma ve cesaret ile menzile varma çabasıdır bu. Ömür nerede biterse menzil orası değildir. Ömür öldükten sonra da devam ediyor. Nasıl mı? Dünyada yaptığın her güzel hareket, hal, tavır ve davranış ile devam ediyor. Biter mi? Olursan güzel bir hal ile, Allah ile ve adalet ile bitmez. Biz bitirmeden bitmez… “Ölesi hayvan imiş, aşıklar ölmez” der Yunus Emre.

Gelibolu Evliyalarından: DAĞ BABA HİKAYESİ

Menzil; ölmeden önce ölmek, yani akletmektir; aklını kullanmaktır. Nefsin (canın) isterse yapabilirsin. Nefsini aklına uydurmak, yani hep düşünerek yaşarsan Allah’ın dedikleri yoluna ışık olur ve başkaları senin yolunun ışığını kapatamaz. Nefsim benim kölem olur. Bizlerin Allah’ın “yap” dediğini bilmemiz yeterlidir, başka “yapma” dediklerine gerek kalmaz. Bizim de Nasrettin Hoca gibi “Bize ne, size ne, bana ne, sana ne?” dememiz lazım.

Allah ile olduğunu bilenler, ölmeden önce ölmekle tanışıp menzile ulaşır. Ne ile? Akıl ile, fikir ile… Düşünüp bu dünyadan, benlik duygusundan “hiçlik” bilgisinin ışığında geçerler; dünyaya dair eşyaya meyletmezler. Sıfırlanmak; sadece “Yaradan” ve “yaratılan” olmak var yolda. Yaratılanlar ve yaratılmışlar var ama sadece sen varsın; neden? Sen farkındasın. Sen artık “sen” değil, her şeyin farkında olansın. İşleyişi görüyor; zevk ve lezzetin tadına varansın. O zevki başkaları da seyrediyor. Sen artık fark edilensin; aynı zamanda da yürüyorsun farkında olmadan. Çünkü farkına varmak, bilmediğin okyanusları farkında olmadan yürüyerek aşmak demektir. Farkına varmak, farkındalığı yaşatır. Bilmediğin halleri yaşarsın, bilmediğin lezzetleri tadar, keyfine varırsın. İşte budur yaşamanın zevki, lezzeti, sefası denilen hal… Kimsede bulunmaz bu lezzetler; sadece senin tadını bildiğin halde mevcuttur. Dünyaya ait tatlar değil ki kimse bilsin; sadece sana özeldir.

Gelibolu erenlerinden Bican kardeşlerden Mehmed-i Bican’ı arkadaşı Dağ Baba ziyarete gelir. Dağdan gelirken mendiline kar koyar. Mehmed-i Bican dükkanında mest yapmaktadır. Dağ Baba yanında getirdiği karı iki mendile böler, ayrı ayrı yere asarlar; altlarında da birer mum yakarlar. Buradaki niyet gönülleri sınamaktır; kim daha başarılı? Hiç konuşmadan konuşurlar. Derken dükkana mest ölçüsü vermek için bir kadın girer. Mehmed-i Bican ölçüyü alır; alır ama Dağ Baba’nın karı damlamaya başlar. Mehmed-i Bican olayın farkındadır. Kadın çıktığı gibi mendili mumun üstünden alıp Dağ Baba’ya uzatır; “Mumun sönmeden sen yerine dön,” der.

Gelelim manasına: Her insanın bir mumu yanar, ta ki biz söndürene kadar. Mumlarımız güzel haller ile hep yansın inşallah. Dağ Baba’nın kadınlara bir zaafı var, bu nedenle nefsini ıslah edememiş bir kişi; o nedenle dağda yaşıyor, arada bir arkadaşını ziyarete geliyor. Mendile koydukları kar gönülleri temsil ediyor. Gönül bozulunca da “mumun bütünü sönmesin” diye arkadaşı “Geldiğin gibi git,” diyor ve “Sen orada kal.” Dağ Baba da kendini sınamaya gelir ama hiçbir zaman başarılı olamamıştır ki dağdaki kabrini her sene kadınlar ziyaret ederler.

Kıssadan hisse: Baş edemediğimiz bir halimiz var ise uzaklaşmak en güzeli; bu hikaye bizlere bunu anlatır. Bizi bize ait olan ilgilendirir, başkası değil. Daha doğrusu Allah bizi ne ile sual edecekse onunla ilgilenelim; bilelim, o yönde bilgimiz olsun. Bizim bilgimiz Allah’ın “bil” dediği olsun, buna çalışalım. Bilgisiz akıl, akıl olmaz; yoksa akıllı olmayız, akıllı sanırız kendimizi. Ta ki birinin bize doğruyu söyleyip uyarana kadar…

Allah’a emanet olalım, güzel günlerde buluşalım. Allah’ım; bildiğim bilmediğim her çeşit hal, tavır ve durumlardan “Sen” koru, muhafaza eyle. Sana sığındım Allah’ım. Amin.

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.