Güncel Haber: Gelibolu’daki 18 Mart Deniz Zaferi Törenleri *** Kale Grubu’ndan “Çanakkale Ruhunu Yaşatma” Çağrısı *** 18 Mart Zaferinin Kahramanları Anıldı *** Özgür Ceylan’ın 18 Mart Mesajı *** İskenderoğlu’nun 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi Mesajı *** "WhatsApp Haber Hattı: 05437951277

İstila

Uzun zamandır, büyük bir tehdit ve kuvvetli bir saldırı altındayız! Gören gözler, duyan kulaklar ve kiraya verilmemiş dimağlar biliyorlar ki, Anadolu Türklüğü acımasız, amansız ve çok tehlikeli bir savaş türü..

İstila
Yayınlanma: 656 Okuma

Uzun zamandır, büyük bir tehdit ve kuvvetli bir saldırı altındayız!
Gören gözler, duyan kulaklar ve kiraya verilmemiş dimağlar biliyorlar ki, Anadolu Türklüğü acımasız, amansız ve çok tehlikeli bir savaş türü ile karşı karşıyadır!
Bu savaş öyle topla tüfekle, kurşunla ve askerle yapılan bir savaş değil, fakat ondan çok daha etkili ve çok daha yıkıcı bir savaş türü…
Demografik Savaş!
Nedir bu çok etkili olan Demografik Savaş?
Bir milletin başka bir milleti boyunduruk altına alıp kolayca yönetebilmesinin, sömürge haline getirip iliğine, kemiğine kadar sömürebilmesinin ve daha ötesi kendisine düşman olarak gördüğü milletin tarih sahnesinden silinebilmesinin yollarından biri, hatta en etkilisidir.
Demografik savaşın özü: Hedef alınan milletin içine büyük miktarda yabancı kültür ve etnik unsurların sokularak nüfus yapısının bozulması ve nüfuz alanının daraltılarak, öncelikle kendi yurdunda etkisiz bir azınlık hale getirilmesi ve sonraki safhada da kalan azınlığın (asimile edilerek, katliam yapılarak veya sürülerek) tamamen yok edilmesi, diğer bir tabirle zaman içinde dönüştürülmesi esasına dayanmaktadır.
Biraz uzun soluklu olmakla birlikte, sonucu en kesin ve en kalıcı olan savaş türü demografik savaştır.
Türk düşmanlarının milletimize karşı 1960’lardan beri kullanageldikleri demografik savaş kartlarının en önemlisi bölücü Kürt kartıydı. Fakat 2011 yılından itibaren bu karta çok önemli bir kart daha eklenmiştir!
Yalnızca Kürt kartıyla Türkiye’nin demografik yapısını bozamayacaklarını gören, bozsalar bile Türkiye’de etin tırnaktan artık ayrılmayacağını sezen emperyal düşmanlar; Anadolu’da huzuru bozmak için yeni bir karta daha ihtiyaç duydular.
Milletimize karşı yürüttükleri demografik savaşta buldukları çözüm ise, bölücü Kürtçülüğe destek olacak Araplaştırma kartıydı. Hızla devam eden bölücü Kürtçü nüfus artışına, bir de ülkeye sokulan Suriyeli sığınmacılar yoluyla Arap nüfusunu eklemek suretiyle, Türk’ü melezleştirme veya Araplaştırmayı hızlandırarak; Türk etnitisesini geri dönüşü olmayacak şekilde bozmak zayıflatmak ve bu topraklarda hâkim güç olmaktan çıkarmaktır!!!
Peki yöntemleri neydi?
Çok uzun bir zamandır uygulanan eşeyli üreme stratejisi bu savaşın ana yöntemiydi.
İlave yöntemler olarak da bu savaş; toprakların ve gayrimenkullerin yabancılara satışı ve bunun bir sonucu olarak Türklerin Türkiye’de yabancılaştırılması, etnisite ve mezhepsel ayrıştırmalar ile diğer kimliklere alan açmak üzere, Türk kimliğinin değersizleştirilmesi gibi stratejilerle sürdürülmekteydi.
Fakat gelin görün ki ana yöntem olarak kullandıkları bu eşeyli üreme yöntemi çok zaman almaktaydı.
İşte bu nedenle, yıkım zamanını kısaltmak isteyen Türk düşmanları, nüfus dengesini çok daha hızlı değiştirecek, yeni ve çok tehlikeli bir yöntem daha eklediler.
Stratejik göç mühendisliği!
Artık demografik savaşın Türkiye üzerindeki ana silahı ve esas yöntemi stratejik göç mühendisliğidir.
Bu yöntem son 10 yıldır, diğer yöntemlere ilave olarak ve aralıksız bir şekilde ülkemiz üzerinde uygulanmaktadır.
Kitlesel göç silahları, zorunlu yerinden edilme ve Stratejik göç mühendisliği konusunda uzmanlaşmış olan Kelly M. Greenhill, stratejik göç mühendisliğini bakın nasıl tanımlıyor: “Stratejik göç mühendisliği tabiri, devletler ya da devlet dışı aktörler tarafından, belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesini sağlayan yollarla, askerî ve siyasi amaçlar dâhilinde kasti şekilde yaratılmış iç ve dış göçleri ifade ediyor… Mühendislik eseri göçleri yaratan araçlar, tehditten askerî güç kullanımına, kazanç vaadinden finansal teşviklere, hatta normalde kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılmasına uzanan geniş bir skalayı kapsıyor.”!
IŞİD’in bölgede oluşturduğu korku iklimi, Suriye iç savaşı ve bu savaşın bir neticesi olarak ortaya çıkarılan Kuzey Suriye’deki PKK/PYD kukla devletçiği bu stratejinin ilk önemli ayağıdır.
Korku iklimi, huzursuzluk, geçim sıkıntısı ve hayat/gelecek endişeleri ile yerlerinden edilen halk, sistematik bir şekilde sürekli olarak kuzeye, yani Türkiye’ye doğru sürülmüştür.
Peki, bu çok büyük boyutlu sığınmacı göçünden önce ne yapılmıştı?
Hatırlayın…
Allem edip kallem edip, Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlar temizletilmişti!
Diğer yandan, PKK/PYD kontrolündeki kukla bir kürdistanın varlığı, şartlar oluştuğunda Türkiye’de çıkarılmak istenen kanlı bir iç savaşın ön hazırlığı ve ayrıca sıçrama tahtasıdır.
Zaten bunun ilk denemesi de hendek ve tünel operasyonları ile yapılmıştır. O günleri tekrar hatırlarsanız eğer, tüneller sadece yurt içinde ve mahalleler arasında değil, savaşçı, silah ve mühimmat ikmali için ülkemiz ile Suriye arasında da açılmıştı ve bu tüneller fark edilene kadar da çok etkin bir şekilde kullanılmıştı.
Eğer, Kıbrıs Savaşı’ndan daha fazla şehit vermek pahasına, bu hendek ve tünelleri başlarına yıkamamış olsaydık, bu iş çoktan bitmişti!
Bu stratejinin karşısındaki en büyük engel ise, yine güçlü bir Türk Ordusu’dur. Çünkü güçlü bir Türk Ordusu’nun bütün bu kumpasları bozma potansiyeli her zaman vardır.
İşte onun içindir ki, Balyoz, Ergenekon süreçleriyle başlayan, 15 Temmuz rezaletiyle de üzerine tüy dikilen ve doğrudan Türk Ordusu’nu yıpratıp etkisizleştirmeyi hedef alan karanlık strateji oprasyonlarını, bu gözle değerlendirmek lazımdır.
Kurguladıkları yeni plan; stratejik göç mühendisliği kapsamında, yıllardır Suriye’ye sokamadıkları Türkiye’ye Suriye’yi sokmaktı.
Tabi ki bu ihanet tek ayaklı değildi, en etkili ayağı bizden görünüp bizden olmayan hainlerdi, üstelik tepemize çıkardığımız hainler!
Sonunda olan oldu…
Sürü sürü, kafile kafile, öbek öbek, yığın yığın geldiler!
Irak’tan geldiler!
Afrika’dan geldiler!
Suriye’den geldiler!
Şarktan geldiler!
Garptan geldiler!
Geldiler oğlu geldiler…
Kim geldiyse, geç dedi bizim hükümet!
Ne adam gibi bir kayıt tutuldu, ne de kontrol edildi!
Oysa Türkiye, bu AKP Hükümeti dönemine kadar geçen 90 yıllık dönemde, toplamda sadece iki milyon mülteci kabul etmişti.
Son 18 yılda ise, yaklaşık 7 milyon mülteci!!!
En az üç Avrupa ülkesi eder…
Şimdi bir de Afganlılar gelmeye başladı. Ne yazık ki onlara da buyur ediliyor!
Hiç durmadan geliyorlar!
Peki, onlar geldikçe güzel ülkemizde neler oluyor biliyor musunuz?
Ekonomik yapımız bozuluyor!
Kültürel yapımız bozuluyor!
Siyasal yapımız bozuluyor!
Ahlak yapımız bozuluyor!
Hepsinden geçtim, MİLLİ DEMOGRAFİK YAPIMIZ BOZULUYOR!
Suriyelilerin veya Afganlıların birer muhacir kabul edilerek, bir ensar zihniyetiyle ülkeye alınmasını ve üstüne üstlük birde vatandaşlık verilmesini isteyenler, bilerek veya bilmeyerek bu büyük ihanete çanak tutmakta ve hatta ortak olmaktadırlar!
Unutulmamalıdır ki, Mekke’den Medine’ye göç eden yaklaşık 180 kişilik muhacir kafilesinin, Medine’yi istila etmek gibi bir amacı veya gücü yoktu. Asıl amaçları ise, terk ettikleri Mekke’ye geri dönüp orayı fethetmekti.
Şimdi siz söyleyin, milyonlarca Suriyeliden kaç tanesi geri dönmek istemektedir?
Yani, Suriyeli istilasının muhacirlik veya ensarlıkla en ufak bir benzerliği dahi bulunmamaktadır.
Fakat yıkıcı sonuçları vardır.
Nedir bu yıkıcı sonuçlar?
Suriye’den gelen birçok küçük kız, ailelerinden para karşılığı satın alınıp zorla kuma veya metres yapılmaktadır. (Doğacak çocukları kim yetiştirir? Ana!!!)
Suriye’li birçok çocuk dilenci mafyasının elinde zorla dilendirilmektedir. Hatta aileleri tarafından köşe başında dilendirilen binlerce zavallı vardır.
Artık Suriyeliler, ülkemizde birçok suç örgütünün maşası durumundadır.
İçişleri Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi’nin verilerine göre:
*Dil, kültür ve yaşam tarzı farklıkları toplumsal uyumu güçleştirmektedir.
*Yerel halk arasında çok eşlilik yaygınlaşmakta, buna bağlı olarak boşanma oranları artmaktadır!
*Çocuk işçiler ve emek sömürüsü yaygınlaşmaktadır.
*Etnik ve mezhepsel kutuplaşmayı tetikleyebilecek tehlikeli bir zemin oluşmaya devam etmektedir.
*Çarpık yapılaşma artmaktadır.
*Bazı sınır illerinde, demografik yapı değişiminin yarattığı, büyük bir kaygı söz konusudur.
Öyle ki, bazı il ve ilçelerimizde asli unsur olan Türkler, daha şimdiden azınlık konumuna düşmüşlerdir!
Yani aslında, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
Amaçlanan şey, Atatürk’ün sağlam tutulmalı dediği İç Cephe’yi çökertmektir.
Şimdi gündem Afganlılar ya…
Soru şu?
Bunlar Taliban’dan mı kaçıyorlar?
Yoksa Taliban, kendine alan açmak ve muhaliflerden kurtulabilmek için özellikle mi gönderiyor?
Yayınlanan görüntülere lütfen dikkat ediniz…
Bu gelen Afganlıların içinde neden hiç kadın, çocuk ve yaşlı yok?
Neredeyse hepsi taşı sıksa suyunu çıkaracak yaşta…
Kaçıyor olsalar içlerinde kadın, çocuk ve yaşlılar da olmaz mıydı?
Taliban’dan kaçıyorlarsa eğer kadınlarını ve çocuklarını nasıl oluyor da Taliban’a bırakabiliyorlar?
Şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Eğer gizlenen amaçları ortaya çıkarmak istiyorsak ayrıntılara çok dikkat edeceğiz.
Evet, biliyoruz gelenlerin içinde Türkler de var. Fakat ciddi bir devletin yapması gereken şey, Talibanla mehmetçiği karşı karşıya getirmek pahasına bir havaalanına bekçilik yapmaktan ziyade, gerekirse Talibanla da anlaşarak oradaki Türklerin orada korunmalarını sağlamak olmalıydı.
Nasıl bir ihanetin pençesindeyiz ki, bir yandan ülkemizin eğitimli nüfusunun önemli bir bölümü beyin göçüyle Batı’ya ihraç edilirken, diğer yandan da Doğu ve güney sınırlarımızdan; eğitimsiz, sorunlu ve hatta ne idüğü belirsiz büyük bir nüfus kitlesi ülkemize (neredeyse) davet edilerek kabul edilmeye devam ediliyor…
Düşünün bir kere…
Sınırı korumakla görevli birliklere kesin bir talimat verilmiş olsa, bırakın göçmenleri sınırdan bir kuş dahi uçarak girebilir mi.
Demek ki bir davet var.
Nasıl bir davet?
Felakete davet!
Bebek katili Öcalan’ın, yıllar önce Kürt sorununun çözümü adına bölücü kürtçülere verdiği “ya silaha, ya da karına sarıl” talimatı nasıl ki bir tesadüf değildiyse, son 10 yıldır ülkemize Suriyeli Arapların, bugünlerde de Afganlıların sokulması asla tesadüf değildir.
Tütk milletinin uyanması, harekete geçmesi ve ülkeyi yöneten siyasetçiler üzerinde demokratik baskı kurması gerekmektedir.
Çünkü bu yaşananlar göç falan değildir.
Asimilasyon da değildir.
Yaşanan şey tam bir İSTİLA’dır!
Türk yurdunun fütursuzca istilası…

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.